Bu Blogda Ara

26 Kasım 2011 Cumartesi

Veda Eder Gibi

bu akşam hastanede sonkez görüşüyormuşuz gibi bir his doldu içime. çıkmak üzereyken hakkınızı helal edin yavrum dediğinde ağlamamak için zor tuttum kendimi. yarın ankaradan amasyaya doğru yola çıkacak müftü amca. sanki vedalaşır gibiydik bu gece...

19 Nisan 2011 Salı

Son Müderris: Selahaddin KARA

Müftü Amcayı anlatmak o kadar kolay değil aslında.
Bundan on yıl önce evliliğim vesilesiyle tanışmamış olsaydım benim de haberim olmayacaktı. Yeri gelmişken söyleyeyim Müftü Amca eşimin amcası...
İlk tanışmamızda etrafındaki halkanın hassasiyetlerini garipsemiştim doğrusu.
O oturmadan sofraya oturulmuyordu, sofrada baş köşe ona aitti ve o yemeğe başlamadan başlanmıyordu.
Ne oluyoruz demiştim ve hatta yanılmıyorsam "Amcanın saltanatını ben yıkacağım" gibi bir laf da etmiştim. Teyze (müftü amcanın eşi)kötü kötü bakmıştı bana, ya da bana öyle gelmişti.
Daha sonra Müftü Amca'nın etrafındaki halkayla-ki hepsi aile efradından oluşuyordu- yakın temas ettim. Elbette Amasya'ya çok da sık olmayan gidiş gelişlerimizde Müftü Amca'yla da...

Sanırım ilk kez kütüphanesine girdiğimde farkında oldum Müftü Amca'dan.
Daha sonra bazı yönlerimizin çok benzeştiğini farkettim. Gazetelerin katlanışına gösterdiği titizlik, yazılı mevkutelere verdiği değer ve onları herkesten kıskanması benimle öyle çok benzeşiyordu ki...

Sonra sohbet etmeye başladık. Sevimli sohbetler...
Hayatından kesitler, yaşadığı sıkıntılar, siyasi mülahazalar...
Ve bir süre sonra kendimi Müftü Amca'nın dizleri dibinde otururken buldum. Elimde kağıt kalem o anlatıyor ben not alıyordum. Teyze bir yandan çayları tazeliyor, bir yandan Amca'nın hatırlayamadığı yerlerde müdahale ediyordu.
Sonra üç beş kaset kadar görüntülü kayıt da yaptım.
Günlüklerini istedim ondan. Önce tereddüt etti. 79 Yıllık hayatın neredeyse 70 yılında düzenli olarak tutulmuş onlarca hatıra defteri.
Tereddüt etse de günlüklerinden bir kısmını verdi bana. Bu blogda okuduklarınız Müftü Amca'nın günlüklerinden aktardıklarım.
Birde elimde kendi aldığım notlar var...
Nasip olursa Müftü Amca'nın hayatını "Son Müderris" adıyla kitaplaştıracağım.

Müftü Amca'yı tanıdıktan sonra Amca'nın etrafında dolaşan ve saygıda kusur etmeyen aile efradının Müftü Amca'yı ne kadar tanıdığı ve anladığını düşündüm.
Doğrusu bu benim için hayalkırıklığı idi.
Yıllarca birlikte yaşamış, kütüphanesine bir kaç adım yakınlıkta durmuş ama o hazineyi keşfetmemiş insanlara kızdım içimden.

Müftü Amca hayatta çok şükür. Biraz önce telefonlaştım...
"Son Müderris" Müftü Amca'nın sağlığına yetişir mi bilmiyorum. Ya da benim ömrüm yeter mi kitabı hazırlamaya meçhul...

Ama en azından "Son Müderris" başlığı altında timeturk'te bir dizi yazı yazabilirim...


Allah(c.c.) Kerim...

14 Nisan 2011 Perşembe

Hatıratım

Garik'i Rahmet eyle Allah'ım ruhlarını
Cennet kıl yerlerini, uzak eyle narını
Köy evinde yetiştim toprak ve kül içinde
Fakirlik, imkansızlık, hayli müşkül içinde
Açlık mı, çıplaklık mı?bin türlü biçarelik,
Malımız, melalimiz, gücümüz beş paralık
Soframız yoksul, fakir, ekmeğimiz yavandır
Yuva bir kirli taban, bir de isli tavandır
Bir ahırın üstünde küçük iki odamız
Düşündükçe derdim ki "biz ne naçar adamız"
Bazen soba yanmazdı, bazen ocak tüterdi
Bazen kış yarısında odunumuz biterdi
Buzhaneye dönerdi bu izbe kulübemiz
Bazen dağlar aşırı seferlerde babamız
Giderdi bizim için yiyecek getirmeye
Çalışırdı anamız azını yetirmeye
İdare lambasının sönük ışıklarında
Kalırdım derslerimi ezberlemek zorunda
Bazen gaz da bulunmaz ocaktaki duvara
İliştiriverirdik isli pisli bir çıra
Onun cılız ışığı da ederdi kifayet
Hep okurdum okurdum eylemezdim şikayet
Böyle böyle yetişmiş birşeyler öğrenmiştim
Artık ilim yükünü epeycecik yenmiştim
Hocamın izni ile hutbeyi ve ezanı
Okumaya başladım; bir gün muhtar İzani
"Hocamız değilsin" dedi karşımda durup
Minberden ta geriye attı şöyle savurup
On üç yaşlık bir çocuk ben buna ne yapardım?
Sabırla dedim: "Yarab! sen eyle bana yardım
Cahillik ne kötü şey beni cahil bırakma
Bunları da affeyle, kusurlarına bakma"

939 Babam gurbete gitti
Dedem hastalanarak bu sene vefat etti
Karnında katı bir şey olduğunu söylerdi
Sonra ağrı başladı, devamlı ah eylerdi
Oturup hep alardı düşünür kara kara
ne doktor var, ne ilaç, ne vasıta ne para;
Yakın doktor Oltu'da, hastahane Erzurum,
Hep yayan gidilirdi, böyle değildi durum
Oltuya on saata, Erzurum'a dört güne,
Gidebilirsen eğer dayanıklısın yine
Yılda on iki lira, yol vergisi öderler
Yahutta bilmem nerde yol yapmaya giderler
Fakat şu ana değin yol yüzünü gören yok,
Otomobile binme şerefine eren yok
Hele bu yıl birde şu Alman harbi patladı
Bu milletin derdini bir kaç daha katladı
Babam gurbet ellerde, bilinmez nerelerde
Dedem ondan ne çare bekleyebilir derde
Bir sabah beraberce kalktık, Kaunise gittik,
Adife nine'ye bu hastalığı arz ettik
Elleriyle yoklayıp muayene eyledi
Tıpkı bir hekim gibi teşhisini söyledi:
"Su dikilmiş midene kafi görünen odur,
Bütün bu hastalığı, ağrıyı yapan sudur,
Bir sopanın üstüne düşerek döneceksin
Böyle böyle sen onu dağıtıp yeneceksin"
Dedem buna inandı yaptı dediklerini
Deşti yaralarının bilinmeyen yerini
Çok geçmeden hayata kapadı gözlerini,
Hiç unutmam dedemin son hazin sözlerini:
"Şu biçare halimi gördün evladım" dedi.
"Bu yerde kaderimiz hep böyledir ebedi
Ne doktor var, ne para, ne anlayış, ne bilgi,
Ne devletten, ne halktan, ne evalttan bir ilgi,
Kalma burda çocuğum oku kazan hayatın,
Ancak sakın unutma Hakk'ın emrin ayatın
O ayatın uğruna biz kan döktük, can verdik,
Bu millete yeniden hayat ve vatan verdik
Ne hazin o vatanın her nimetinden uzak
Dertlerimden habersiz ölüyorum işte bak
Benim gibi yapma sen faydalan kana kana
Sana bırakıyorum bu vatanı ben sana
ku erinceye dek ekmeğine aşına
Sahibol bu vatanın toprağına, taşına
Çalış kurtarana dek bu haldan bu milleti
Ta kaldırıncaya dek bu yerlerden zilleti
Bu insanlar kavuşsun doktoruna yoluna
Her bir türlü imkana, suyuna, okuluna
Selam söyle babana ne iş tutarsa tutsun
Bana hiç üzülmesin, fakat seni okutsun

Dedem ölmüştü artık, güya biz yaşıyorduk
Annem ve ben tarladan birgün sap taşıyorduk
Babamı görüverdim kağnının üzerinden
Heyecanlandım, sanki kalbim koptu yerinden
Geçte olsa O artık gurbet elden dönmüştü
Babasını duyunca bayıldı yere düştü
Biraz sonra ayıldı, ağlarken yana yana
Anneciğim bir hayli teselli verdi O'na

O yıl bolluk bir yıldı tahılımız çok oldu
Evimiz ambarımız ağzına kadar doldu
Ancak eski evimiz o sene yıkılmıştı
Yeni ev yapmak için kiraya çıkılmıştı
Babam kalan üç beş tane hayvanı da satmıştı
Gurbette kazandığı parasına katmıştı
Böylece sermayemiz oldu 12 lira
Şimdi evi yapmaya gelmişti sıra
Eski evin enkazı şöyle bir aktarıldı
Sağlam kalan kereste çürüğünden ayrıldı
Buna satın alınan bir kaç odun katıldı
Sonra eski arsada eve temel atıldı
haziranda başladı Ori'li Ali Usta
Evimizi bitirdi, taşındık Ağustosta
1940 Yılı, O sene doğmuşdu Seyfi;
Cihan harbi çıkmıştı dünyanın yoktu keyfi.

13 Nisan 2011 Çarşamba

İMAN VE İNKAR

Bir müminle bir kafir olmuşlardı arkadaş
bir yolculuk boyunca yürürken yavaş yavaş
tatlı bir sohbet ile yollar akıp gidiyor
derken o inançsızın inkarı nüksediyor
en temel gerçekleri imkar ediyor (haşa)
birden imanla küfür başlıyorlar savaşa
çeşitli konuların kapısı açılıyor
türlü bilim felsefe ortaya saçılıyor
münakaşa giderken gittikçe derinlere
artıyordu kafirin hücumları dinlere
bilgiden, düşünceden hep olanca varını
harcayıp çalışıyor isbata inkarını
fakat mümin bunlara bıyık altı gülüyor
o anda yolları bir kumsal yere geliyor
bir adamla at izi kumların üzerinde
at deve pislikleri yolun öbür yerinde
mümin bunları görüp hemen orada durdu
eliyle göstererek koca kafire sordu:
"söyle bakalım bunlar nedir, neye delildir?
tesadüfen olmuşlar desem doğru mu? bildir!"
kafir dikkatle dikti izlere gözlerini;
"canım bilmiyor musun? bunlar at ve adam izi
burdan geçmiş, gitmişler baksana dizi dizi
dedektiflikten mi ne bana başlattın dersi
bunları da soruyorssan at ve deve tersi
bunların hiçbirisi raslantıdan olamaz
birşey kendi kendine böyle şekil alamaz
burdan bir devenin de geçtiği görünüyor
bu izler, bu eserler açıkça böyle diyor
kulak veren müslüman onun bu dediğine
şu sözlerle taşını oturttu gediğine;
"ey beyinsiz serseri, ey münkir'i- hakikat!
bir iz kanıtlıyorda bir adamı, bir atı,
bu gökler, bu yıldızlar, bu koskoca kainat,
niçin tanıtmıyor sana Halik'i Kainatı
aklını kullanmadan hükmünü verme peşin,
baksana şu alemde her şeyde bir düzen var,
bu kadar yıldızların, bu ayın, bu güneşin
yok mudur değerleri deve kığısı kadar"

10 Aralık 1974 / OLTU
Salahaddin Karahocagil

AĞAÇ

Yurdumun örtüsü, başımın tacı
Her şeyimden çok severim ağacı
Yavrumun beşiği, annemin iği
Kabrimin merteği, evin eşiği
Arabam, dövenim, samim, sabanım
Tüfeğim, mızrabım, yayım, sapanım
Binam, bağım bahçem, otağım, odam
Havam, neşem, meyvem, eniyi gıdam
hep ağaç veriyor bunları bize
Daha binlerini sayayım size
Hayatın, sıhhatin, nimetin başı
Dağlarımın saçı, kirpiği, kaşı
Nerde ağaç varsa orda sen varsın
Şöyle çöle, bele, dağa bakarsın
Nerede bir orman, nerde bir koru
Orda hava temiz, sular dupduru
ortalık yemyeşil bir cennet olmuş,
On sekiz bin alem oraya dolmuş
Rengarenk çiçekler hep kanat kanat
Laleler sapsarı nergise inat
al, pembe renklerde yaban gülleri
Akasyalar başlarında tülleri
Mor menekşe mor leylakla yan yana
Ömür verir bu manzara insana
Cennet yapmak istiyorsak vatanı
Ağaçlarla donatalım her yanı
Düşünelim ağacında var canı
Kesmeyelim, kırmayalım ormanı
Peygambere eyleyelim riayet
Buyurmuş ki; Kopuyorsa kıyamet
Buluyorsan imkanı ve zmanı
Dik toprağa elindeki fidanı
Yurdumun örtüsü, başımın tacı
Herşeyimden çok severim ağacı

BUGÜN

Öğünsün ve sevinsin Kahraman Oltu'lu hey,
Düşmanını beyninden vurduğu gündür bugün
Birden ayaklanarak asker, sivil, ağa, bey
Esaret zincirini kırdığı gündür bugün

Yıldırım gibi güçler dört koldan etti sökün
Ayağa kalktı türkler, çökün düşmanlar çökün
Oltu'nun şahlanarak tufan olup topyekün,
Düşmanını toprağa serdiği gündür bugün

Sorun türkleri sorun bu kaleye, bu çaya
Nasıl savaşlar vermiş yaşlı, genç, atlı, yaya
İşte Oltuluların koskoca bir dünyaya
Kahramanlık örneği verdiği gündür bugün

Babaların, oğulların, annelerin, kızların,
Kırk yılın kederiyle donmuş kalmış yüzlerin
Elemli gönüllerin, kan ağlayan gözlerin
Kurtuluşa, zafere erdiği gündür bugün

Yırtarak esaretin kırk senelik ağını,
Kapadı tarihinin bir karanlık çağını
Elli altı yıl evvel ufkunda bayrağını
Bağrında ordusunu gördüğü gündür bugün.

20.03.1974 / OLTU
Salahaddin Karahocagil

1957-1958

Nihayete erince Göle'deki çilemiz,
Ayrıldık ambarımız bomboş, dipsiz çilemiz,
Yolumuz yine gurbet, nasip değil sılamız,
Bardız'a imam olduk, yüz lira maaşımız;
Ümit bir aydınlığa belki çıkar başımız.

Burası güzel bir yer, daha düşük rakımı,
insanı hoş, medeni, iyice her bakımı,
Epeyce akraba var, hep hanımın takımı,
Epey düzene bindi ekmeğimiz aşımız,
Ümit bir aydınlığa belki çıkar başımız.

Hayır, geçim olmuyor, herşey bühran, pahalı,
Yüz lira nelik yapar, berbat memurun halı,
Bir parça geçiniyor her kimin vatsa malı,
Eğer böyle giderse, perişandır işimiz,
Ümit bir aydınlığa belki çıkar başımız.

Seyfi para istiyor, bir taraftan babam da,
Alacaklı istiyor, evde, sokakta, damda,
Maaş hala yüz lira, yapılmadı ki zam da
Gittikçe artan ancak gamımız, telaşımız;
Ümit bir aydınlığa belki çıkar başımız.

Borç mu? harç mı? ne varsa bir gönderi verelim,
Seyfiye beş-on lira, mevla neyler görelim,
Borcu sonra öderiz, ne telaşa girelim?,
Düzelir durumumuz, çıksın bir kardeşimiz,
Ümit bir aydınlığa belki çıkar başımız.

Eh! biraz az olur; zamanında olmuyor,
Ne yapalım atılan taş yerini bulmuyor.
Cebimizde metelik, çay parası kalmıyor,
Neden böyle bilmem ki, onu bulmuyor beşimiz,
Umut bir aydınlığa belki çıkar başımız.

Burada da iş yokmuş, içlerinde var hayır,
Vermiyorlar bir türlü tamamını buğdayın,
Toplanan karşılar ancak ekmeğini üç ayın;
Bu kadar ihtiyaçla nasıl geçer kışımız,
Umut bir aydınlığa belki çıkar başımız.

İmtihana istendim, olacak Ankara'da,
Şimdi ne yapacağız yarap yok ki para da,
Bir dostum imdadıma kavuştu bu arada,
Elli lira borç verdi şu Taştan dadaşımız,
Umut bir aydınlığa belki çıkar başımız.

İmtihanlar oldukça çetin geçti merkezde,
Tefsir, fıkıh, akaid, hem yazılı, hem sözde,
Hayli sıkıştırıldık intikal ve feraizde,
Başarılı olmadı hiçbir arkadaşımız,
Umut bir aydınlığa belki çıkar başımız.

Ne oldu bilmiyorum, tam dört aydır haber yok,
Ne menfi, ne müsbet üzülüyorum pek çok,
İdare de bozuldu, kalmadı ki hak, hukuk,
Yok durumu arayıp soracak bir kişimiz,
Umut bir aydınlığa belki çıkar başımız

Göle'de İmamlık

Azmirah eyledik geldik Göle'ye
Dertsiz başımızı koyduk belaya
... başladılar binbir hileye
Namus tünne, haya tünne, ar tünne

Talih bizi bu diyara sürüdü
Bu kış buraları tufan bürüdü
Bir kar, bir kıyamet aldı yürüdü
Gene de diyorlar hele kar tünne

Ne kimse soruyor, ne de tanıyor
Herkes bizi yad yabancı sanıyor
Kimden ne istesek mırıldanıyor
Run tünne, penin tünne, ar tünne

Bize bedduamı yaptı babamız
Buz tutuyor kardeş buz kulübemiz
Odun kömür yok ki, yansın sobamız
Ağır tünne, çıra tünne, dar tünne

Seneyi geçirdik çıktık bahara
ücretten alamadık beş para
Bin defa söyledim gittim muhtara
Hala para tünne, kisbü kar tünne

1956
Sinot - GÖLE
Salahaddin Kara

1937-1947 Arası Hatıratım

Beş yaşımda bir çocuk başladım elif ba'ya
Heceyi söküp çabuk hatm indirdim bir aya
Bir zaman da çalıştım maharica, tecvide
Başladım hafızlığa tam da yaşım yedide

Ezber ettiklerimi dinletirdim babama
Hergün gördüm demezdim iki sahife hama
Bu hızla ezberleyip Kur'an-ı lafız, lafız,
İki sene geçmeden oluvermiştim hafız

Bir Ramazan babamla çıkıvermiştik Car'e,
Gitmiştik Karnavas'a,Hükam'a, Tavuster'e;
Hiç unutmam, anamı hasta bulduk dönüşte
Ne gariptir bir gece aynen görmüştüm düşte

Tifoya yakalanmış, ateşler içindeydi,
Konuşmuyor, komada; Yarab bu afet neydi?
Nice insanlar öldü, nice yuvalar söndü,
Fakat şükür mevla'ya anam ölümden döndü

Sonra Çeşminaz, Seyfi ve ben hastalandım
Üç ay mı? altı ay mı?, ateşler içinde yandım
başımda beköi gibi, gece gündüz beklerdi,
Hep o anam ağladı, ağladı "yavrum" dedi.

Hastalıktan kalkınca sararmıştım, solmuştum;
İki yıllık hıfzımdan hayli tarik olmuştum.
İyileşip kalkınca hemen gittim hoca'ya
Nasara, yensuru'dan başladım arapça'ya

Lugat, sarf, ilmi Nahiv, maani, ilm-i Beyan
Bedi, aruz, kavafi hem kapalı, hem ayan
İştikak, vaz'u mantık, münazara on iki
İlmi tahsil edince anladım çifti, teki,

Bana ilham eyleyen ilk defa ilim zevki
Artvinli Hafız Adem, madem ki Hafız Şevki
Hafız Memduh'un da var bir haylice emeği
Onlar bana verdiler bu ilmi, bu yemeği

11 Nisan 2011 Pazartesi

EY MİRACA YÜKSELEN PEYGAMBERİN ÜMMETİ

Küfrün, cehlin, gafletin yıkarak nicesini
O getirdi dünyaya dinlerin yücesini
On dört asır evvelin karanlık gecesini
Unutma aydınlığa çeviren hareketi
Ey miraca yükselen Peygamberin ümmeti

Allah’ın sevgilisi, en yüce peygamberdi
En yüce makamlara o yükseldi, o erdi
Ta devr’i saadetten insanlığa o verdi
Bu feza devri için ilk büyük işareti
Ey miraca yükselen Peygamberin ümmeti

Baştanbaşa şu cihan cehl ile kaplı iken
O oldu ilim, irfan tohumunu ilk eken
Sen yaparsın gafleti, sen olursun yan çeken
O Hak Rehberi’nin nerde kaldı sünneti
Ey miraca yükselen Peygamberin ümmeti

O getirdi aleme yücelerden bir davet
Ey müminler bu davete demedik mi biz evet
Öyle ise hak yolda olalım kenet kenet
Bulalım şefaatı, saadeti, cenneti
Ey miraca yükselen Peygamberin ümmeti


25 Ağustos 1973
26 Recep 1393
Mirac gecesi dolayısıyla
OLTU
Salahaddin KARA
Müfti

ELHAMDÜLİLLAH

Yolsuz yordamsızlık alıp yürürken
Ne nimet hak yolum “Elhamdülillah”
Ahlak zayıflarken, iman çürürken
İmanlı bir kulum “Elhamdülillah”

İnlerken dünyamız hep inim inim;
Çoğu kimse diyemezken: “Mü’minim”
Türk oğlu türküm ben islamdır dinim,
Ümmet’i Resulüm “Elhamdülillah”

Kafam hak düşünür, hak söyler dilim
Mezhebim hak mezhep, meşrebim ilim
Çok şükür sağcıyım, solcu değilim
Göklerde sağ kolum “Elhamdülillah”

Bozuldu nesiller hep ocak ocak
Erkekler saçaklı kızlar dal bacak
Müslüman kalacak bozulmayacak
Ne kızım ne oğlum “Elhamdülillah”

Yücelsin yurdumuz artsın dirliği
Milletimin bozulmasın birliği
Göstersin düşmana örnek erliği
Budur tek ma’mülüm “Elhamdülillah”


13.2.1973
Salahaddin KARA

KIZIM SERMİN’E

Serminciğim, yavrum, biricik kızım
En derince sevgim saklıdır sana.
Ruhum, yavrum sensiz güler mi yüzüm.
Merhemsin, güvensin, neşesin bana
İsterim bahtiyar ol yavrucuğum,
Nuh kadar ihtiyar ol yavrucuğum!

Serminimin yok dünyada bir eşi
En karanlık günlerimin güneşi
Ruhum için dua edecek kişi
Mezarımda bile muhtacım sana
İsterim bahtiyar ol yavrucuğum,
Nuh kadar ihtiyar ol yavrucuğum

Sevdiceğin insanlarla baş başa
Elemsiz, kedersiz, tasasız yaşa
Rahata, servete, ekmeğe, aşa
Muradına vasıl ol kana kana
İsterim bahtiyar ol yavrucuğum
Nuh kadar ihtiyar ol yavrucuğum!

28.4.1973 /OLTU
Salahaddin Kara
Oltu Müftüsü

Mektup

Selamün aleyküm,
Anne anne, amca, dayı, hala ve teyze! Herkes konuşurken ben de sizin için bu şiiri hazırladım. Saygılarımla sunuyorum.

Anne anne, amca, hala, ve dayı
Derinden derine özledim sizi,
Teyze hala basmışsınız alayı
Sevgidendir herhalde şakalar dizi dizi

Elinizi öpeyim verinde izin
En büyük mükafat duanız sizin
Nihayetsiz saygı ve sevginizin
Yüreğimden asla silinmez izi

Fatih, Sevim, Fatoş, Semra, Mustafa
Gözünüz öpeyim geçinde safa
Diğer kardeşlere selam bin defa
Sizde çıkarmayın hatırdan bizi

Anne anne, Büyük dayı, amca, küçük dayı, sevgili hala, teyzeciğim, yengeciğim!
Hepinizin hasret ve hürmetle ellerinizden öperim, hayır dualarınızı beklerim.
Baki, Mehmet abi ve ilhan’ın selamla ellerinden sıkar, Bakiye, Fahriye, Aliye, Sebahat kardeşlerime selam sunarım.
Öbür küçüklerin tekrar gözlerinden öperim.
Az müsaade buyurun çayımı bir yudumlayayım. Tamam…
Amca! Hediye filan hepsi şaka. Sizin bana en büyük hediyeniz sağlığınızdır. Sağolun varolun. Hep sağlık haberleriniz gelsin. Yuvanız neşeyle dolsun. Bayramınız mübarek ve geceniz hayrolsun.
Allah’a ısmarladık.

DUA

Ya Rabbena, ya Rabbena;
Hamd’u sena olsun sana,
Bunca nimet ve ihsana,
Hem Muhammed Mustafana,
Bizden salat, selam ona,
Eshabına ve alına,

Erişmek için rızana,
İmsak vaktinden bu ana,
Oruç tuttuk halisane,
İnandık, sığındık sana
Kabul eyle Ya Rabbena,

Afiyetler ihsan eyle,
İşlerimiz asan eyle,
Devletimiz koru, yücelt,
Milletimiz bahtiyar et,
Şimdi ediyoruz iftar,
Kabul kıl ey yüce Gaffar,

Ya Rabbena, ya Rabbena,
Çok şükürler olsun sana…
Amin, Fatiha…

Ey bütün bu varlıkları kudretiylr yaratan, rahmetiyle kuşatan, ihsanıyla rızık veren, kullarını yaşatan Yüce Allah! Sana yürekten hamd ve şükrediyoruz kabul eyle ya Rabbi.
Bizi, milletimizi nimetsiz, nimetlerimizi bereketsiz, bereketlerimizi kıymetsiz bırakma ya Rabbi.
Bize ihsan buyurduğun bunca nimetleri bulamayanlara da, alamayanlara da, bütün aç ve muhtaç dindaşlarımıza da, özellikle açlık ve susuzlukla yanıp kavrulan Afrika ülkelerindeki insanlara da ihsan eyle Ya Rabbi.
Böyle mübarek bir gecede bu muhteşem iftar ziyafetini ikram eden kerem sahibi kardeşlerimizin niyetlerini kabul, dünya ve ahret mükâfatlarını bol rızıklarına, ömürlerine bereket, geçmişlerine rahmet eyle Ya Rabbi…
Teşrifleriyle Rizemize onur ve huzurları ile de soframıza şeref bahşeden bu muhterem ve güzide misafirlerimizin vucutlarına sıhhat, afiyet, rızıklarına vus’at(bolluk, genişlik), iş ve vazifelerinde kolaylık, muvaffakiyet, kendilerine uzun ömür ve saadet, geçmişlerine rahmet niyaz ediyoruz ihsan eyle Ya Rabbi…
Yediğimiz bu nimetleri gözlerimiz için nur, gönüllerimiz için sürür, bedenimiz için güç, kuvvet, vucudumuza sıhhat ve afiyet vesilesi eyle Ya Rabbi.

Yirmi Altı Eylül – 1958

Bir telefon açmıştı postadan Mehmet Pekiz
Tayinim telle çıkmış Olur’a gideceğiz,
Pek de doğru değilmiş demek ki sanışımız,
Umut bir aydınlığa belki çıkar başımız.

Olur’u istemiştim, çünkü memleketimdir,
Evinden uzak kalan gariptir ve yetimdir,
Memleketime hizmet başlıca niyetimdir,
Çok isabet olacak, Olur’a gelişimiz,
Umut bir aydınlığa belki çıkar başımız

30 Eylül Olur’da başladım görevime,
Şükür yine kavuştum aileme evime,
Memleket hesabına gerekli ödevime,
Daha isabetlidir, burada kalışımız.

Hayır o kanatlar, büsbütün yanlış imiş,
“Ev kuzusu koç olmaz” atalar doğru demiş,
Birlik, dirlik itibar hiç buraya gelmemiş,
Buralarda geçmiyor pendimiz, danışımız,
Umut bir aydınlığa belki çıkar başımız

Emine Nermin Kızıma

Canım benim güzel kızım Eminem,
Şu kalbimde senin başkadır yerin;
Sevgin ile dopdoludur bu sinem,
Çok zekisin, akıllısın aferin…

Tek başına bir iş yapma hep danış,
Alış yavrum bu hayata sen alış,
Derslerine, işlerine çok çalış,
Olma ihmal, tembel, gevşek ve serin

Seksen yaşa, doksan yaşa ol nine,
Mutluluğun sayı salsın yüz bine
Canım yavrum, güzel kızım Emine
Sen cicisin, sen güzelsin, sen şirin…

7.2.1980
Aşkale
Salahaddin KARAHOCAGİL

BABACIĞIM

(Kızın Emine N. Karahocagil’in sana yazdığı şiir)

Çalışır bizim için
Kendisi yemez bize verir için için
Benim güzel babacığım

Güneş gibi aydın yüzlü
Bülbül gibi tatlı sözlü
Benim canım babacığım
(babacığım özür dilerim çok kısa ama yazamadım ginede kusuruma bakma)
30.1982 cumartesi saat 3.ü. çeyrek geçiyor

Canım, ruhum, çok değerli gelinim Bakiye’nin Mushafına yazdığım ŞİİR

İşte sana en anlamlı hediye
Koru bunu cici kızım Bakiye
Başına tac eyle, diline zikir
Kafana ideal, kalbine fikir
Yücelerin yücesinin sözü bu
O ilahi fermanların özü bu,
İyiliğin, dürüstlüğün ölçüsü
Hakikatın doğru yolun elçisi
Her inciyi bu ummanda bulursun,
Bundan ayrılmazsan mutlu olursun
Saadet’in bereketin bol olsun
Kur’an yolu sana ebed yol olsun.

28.6.1981 Pazar
Selahaddin Karahocagil

...(İsim belirtilmemiş)

Bizi halk eyledin beşer
Ef’alımız hep oldu şer,
Şanına affetmek düşer

Ya Allah, ya Kerimallah
Ya Allah, ya Rahimallah
Ya Allah Ya Gafurallah

Affın çoktur azabından
Rahmetin çok gazabından
Yazma beni kazzabindan

Ya Allah, ya Kerimallah
Ya Allah, ya Rahimallah
Ya Allah Ya Gafurallah

Nizamlar almaz günahım
Arşa çıkar ah-u vahım
Senden başka yok penahım.

Ya Allah, ya Kerimallah
Ya Allah, ya Rahimallah
Ya Allah Ya Gafurallah


S. Karahocagil

BİSMİLLAH

Mübarek ismini müznip dilime
Aşk ile alarak dedim “Bismillah”
Affet isyanımı, acı halime
Günahkar olarak dedim “ Bismillah”

Bütün günahlardan arındır beni
Sonsuz rahmetinle barındır beni
En çok düşündüren yarındır beni
Fikrine dalarak dedim “Bismillah”

Ne müthiş, ne çetin olacak yarın
Hesabın, azabın, gazabın, narın
Rahmetin, gufranın, ism-i gaffarın
Sayebün kılarak dedim “Bismillah”

Canlıya, cansıza, ölüye, sağa
Baktım kitap olmuş, kalkmış ayağa
Şuur ile nazar kıldım yaprağa
İsmini bularak dedim “Bismillah”

Fezalar dolusu sayısız küre
Semazan olmuşlar, girmişler devre
Bir zerrede bir gök buldum bir kere
Hayrette kalarak dedim “Bismillah”

15.11.1972 Oltu
Selahaddin Kara

Oltu Müftüsü

(15.12.1972 gün ve 96 sayılı Hakses mecmuasında yayımlanmıştır.)